Etiket: kernberg

Anne’den-Aşk’a

İlk arzu nesnesi annedir. Bebek annesi tarafından doyurulmak sonra yine doyurulmak ardından yine doyurulmak ister. Yani hayatın ilk yıllarında anneyle kurulan ilk ilişki sadece doyum üzerinedir. Kabaca, bebek acıkır, anne emzirir. Hayatın ilk yıllarında bebeğin bu ilk dürtüsel deneyimi benlik gelişiminin önemli bir parçasıdır. Bu döneme, oral dönem adını veririz. Hayat bu dönemde meme ve ağız arasında geçen hazdan ibarettir. Bebeğin tek amacı almak annenin ise en önemli işlevi vermektir. Anne de bebekte bu dönemde bu ilişkiden haz alır. Annenin bebeğiyle kurduğu bu ilişki yetişkinlikte aşk ilişkisinin yönünü ve sürekliliğini belirleyecektir.

Bu döneme daha detaylıca bakacak olursak; bebek doğduğu an, güvenli ve sıcak ortamdan ayrılmış olmanın kaygısını yaşar. Anne bebeği alır, sarar sarmalar, öper, koklar ve emzirir. Bebeğin memeyle buluştuğu bu müthiş anda anksiyetesi yatışır ve daha az evvel ortalığı yıkarak ağlayan bebek bir an da susup anne memesinin verdiği güven ve doyumla sakinleşir, yatışır ve uykuya dalar. Bu defalarca tekrarlanacak olan sahnenin ilk perdesidir. Ertesi gün tekrar tekrar tekrar… Amaç doymak ve haz almaktır.

Bebeğin bu dönemde dünyayı algılayışı annenin kendi ruhsallığıyla doğrudan ilişkidir. Yani, anne defalarca tekrarlanan bu eylemden keyif alıyor, mutlu hissediyor ve ruhsal enerjisinin bir parçasını çocuğuna yatırabiliyorsa bebekte aynı şekilde keyif alan ve ‘dünya iyi bir yermiş’ algısına sahip olan bir birey olarak büyüyor. Aksi durumda da mutsuz, keyif alamayan bir bireyin ilk deneyimlerine şahit olmuş oluyoruz. Ve dolayısla bebeğin ruhsal aygıtında dünya ve insanlar da kötü doyurmayan, beslemeyen nesneler halini almış oluyor. İyi ve kötü algısının tohumları böylelikle ruhsal aygıtına serpiştirilmiş oluyor.

Anneyle bebek arasında geçen bu seremonide; bebek her ağladığında annenin ilk aklına gelen acıktı, altı pislendi, uykusu geldi gibi o zamanlarda bebek için hayati önem taşıyan ihtiyaçlar oluyor. Şahit olmuşluğumuz vardır kalabalık ve sesli bir ortamda kimse bebeğin ağlamasını duymazken annenin saniyesinde ağlamayı işitmesi ve koşup bebeğine bakması ve ihtiyacını gidermesi müthiş bir içgüdüsel duyumsamanın örneği… Bu elbetteki sağlıklı bir annenin bebeğiyle kurduğu sağlıklı bir ilişkinin de örneğidir. Anne bu dönemde etrafınca kaygılı olarak algılanbilir, bu kaygının aslında bebeğin gelişimi için iyi bir işlevselliği vardır. Yeterince iyi bir annenin, bebeği diğer odadayken bazen ‘acaba ağladı mı?’ gibi kaygılı tonlamaları ve söylemeleri bir yere kadar normaldir. Buna şöylede diyebiliriz; yeterince iyi bir anne bebeğini zihninde tutan annedir. Ancak bunun annenin kendinden vazgeçme pahasına olmaması önemlidir. Bu beklenen ve istenen bir durum değildir. Bu şekilde seyir eden bir ilişkide annenin kendi içsel dinamikleriyle ilgili temel bir noktayı işaret ediyor olabilir. Bebeğin ihtiyaçlarına anında karşılık veren anne bu şekilde bebeğin bu ilk narsisistik deneyimine eşlik etmiş oluyor. ‘Gel’ deyince gelen bir anne bebek için narsistik bir doyum sağlıyor. Bazen anne gecikmeli olarak ya da ilk ağlamada değil 2. , 3. ağlamada çocuğun sesini işitir ya da o anda başka bir işle meşgulken o iş bırakılabilecek durumda değildir ve ilk zamanlarda hemencecik koşup gelen anne bir süre sonra zamanlamaları biraz uzatmaya başlar. Bebek için bu yeni bir deneyimin başlangıcı olacaktır.

Annenin, bebeğin ihtiyaçlarına anında yetişme kaygısı, bir süre sonra ‘biraz geç kalınsa bir şey olmayacağı’ duygusuyla işler biraz daha normalize olmaya başlar. Bebek de ilk narsistik kırılmaları yaşayarak annenin biraz gecikmeli gelişini bir şekilde tolera etme yetisini yavaş yavaş sağlamaya başlayacaktır. Ancak burada annenin sonunda bir şekilde bebeğin ihtiyacını karşılaması koşuluyla gelişen bir durumdan bahsediyorum. Hiç gelmeyen anne ve sürelerin çok fazla uzaması ya da başka birini bebeğin yanına göndererek bebeği oyalaması normal gelişimi sekteye uğratabilir (Burada bir kaç seferlik olan bir durumdan değil tekrarlayan bir paternden söz ediyorum). Tekrarlayan bu olay neticesinde; bebeğin memeye doyum sağlayabilecek düzeyde ulaşamamasıyla aslında memenin yokluğunu deneme fırsatı da elinden alınmış olur. Dolayısla başetmesinin de önüne geçilmiş oluyor.

Özetle; yetişkin aşkının belirleyicisi olarak anneyle deneyimlenen ilk aşk, kuşkusuz büyük önem taşımaktadır. Annenin bebeğine bakımının kalitesi ve sürekliliği hayat boyu sürecek olan tüm nesne ilişkilerinin de kalitesinin belirleyicisi niteliğindedir. Bu dönemi sağlıklı atlatan bebekler yetişkinliğinde aşk ilişkilerinde de sağlıklı ve doyum sağlayabildikleri bir nesneyle temasın keyfini çıkaran bireyler olacaktır. Bu elbette büyümüş olgunlaşmış yetişkini  ‘her şey mükemmel olacak’ düşlemine sürüklemesin. İlişki içerisinde zıtlıklar, problemler, uyumsuzluklar olabilir ancak onarılacak yapıcı bir çerçevede ilerlemesi hem kendinin hem diğerinin iyiliğini düşünerek seyir etmesi sağlıklı bir ilişkinin temelleridir. Sağlıklı bir ilişkiyi, hayat boyu süren olarak algılamak yerine devam ettiği süre boyunca değerlendirmek ve bazen bir ayrılığın da ilişkinin bir parçası olduğunu kabul etmek daha olgun bir tutum olacaktır. Ancak ‘ayrılabiliriz’ ya da ‘asla ayrılmamalıyız’ kaygısıyla ilişki yaşamak değil bunların konu olmadığı ve zihne yoğunlukla gelmediği bir durumda sağlıklı bir ilişki yaşayabilecek olgunlukta olduğumuzu söyleyebiliriz belki de. Yeterince iyi bir annenin yaptığı şey işte tam bu noktada ‘ayrılığın mevzu bahis olduğu durumlarda’ işimize yarayacaktır. Ayrılığı tolere etme ve yas tutma kapasitemiz annenin yokluğuna nasıl başettiğimizle çok ilgilidir. Burada kişisel farklılıklar ve insanın biricikliğini de düşünürsek elbetteki farklılık gösterebilir.

Kişinin sağlıklı oluşu aşkı yaşayış ve algılayış biçimiyle çok ilişkilidir. Diğer bir deyişle de aşık olma kapasitemiz bizim ne kadar sağlıklı olduğumuzu gösterir. Aşk sağlıklı iki insanın yaptığı kıymetli bir hayat deneyimidir. Dolayısıyla aşık olamamak, aşktan korkmak/kaçınmak aşkı değersizleştirmek ya da yoğun çatışmalı ilişkiler yaşamak bir yerde kendimizle ilgili  bir şeylerin yolunda gitmediğine dair sinyallerdir.

 

Uzm. Psk. Gülşah Pınaroğlu