Etiket: ilişkiler

Keskin bitişler – İlişkiler üzerine

Bazı ilişkilerin dinamiği farkında olmaksızın sadece ihtiyaçlara dayalıdır. İhtiyaç bittiğinde ya da yeterince karşılanmadığında ilişki de biter. Bu Anna Freud’un tabiriyle “ihtiyaçları tatmin eden nesne” (anne)  artık tatmin etmemeye başlamıştır ve bu artık nesnenin yok oluşu demektir. Nesne, kişi için artık kötüleşmeye /pisleşmeye başlar. Daha birkaç zaman önce baş tacı edilen, ihtiyaca karşılık vermediğinde ya da yeterince doyuma ulaştırmadığında nesnenin tüm besleyici tarafları unutularak keskin bir bitişe götürebilir. Bu bölme mekanizmasının devreye girmesi demektir. Bir türlü bütünleşmeyen bir iniş çıkış görürüz. Nesne, bazen iyi /bazen kötü olarak algılanır. İhtiyaca karşılık verdiğinde iyi, vermediğinde kötüdür. Keskin, bir anda biten ilişkilerin dinamiğinde sıklıkla bu mekanizma yatar.

Bebek normal gelişim evresinde anneyi ihtiyaçları karşılayan tatmin edici bir pozisyonda görür. Bunun klasik bir örneği; bebek açken, annenin bebeğin bu ihtiyacını görüp cevap vermesiyle tatmin edici deneyimi yaşantılamış olur. Bunun tam tersi olarak açken memenin/annenin her ne sebeple olursa olusun bebeğin ihtiyacını karşılamamasıyla acı ve engellenmenin deneyimini yaşar. Bu tatmin eden deneyimler ve hayal kırıklığı yaşatan deneyimler bebeğin normal gelişiminin bir parçası olarak bölmenin devrede olmasıyla karşılık bulur. Henüz bebek bu iki deneyimin yaşattığı ikircikliği (ambivalans) tolere edecek kapasitede değildir. Bölme bu yüzden devreye girerek bebeği bu acı ve tatmin edici deneyimin yaşattığı ikircikliğin gerilimden korur. Burada bahsedilen bölme mekanizması yaşamın ilk yıllarında henüz ego kapasitesi gelişmemiş bebeğin yaptığı en uygun mekanizma olduğu için normaldir. Volkan buna “gelişimsel bölme” adını vermiştir. Bebek için iyi/tatmin edici deneyimlerin fazla olduğunu varsayarsak bunları içselleştirerek ego kapasitesini geliştirmeye başlar. Ancak işler kötü gider olumsuz deneyimler fazla olur ve bebek bunu tolere etmekte zorlanırsa içe atılanlar kötü temsiller olacaktır. Gelişimdeki içselleştirilen iyi/kötü nesne temsillerinin yaratığı patoloji nedeniyle savunma olarak yaptığı bölmeye de Volkan “ilkel bölme” adını vermiştir. Bu yazıda ilkel bölmenin yakın ilişkiler (partner ilişkileri)  çerçevesinde  karşılığını aktarmaya çalışacağım.

İlkel bölme, yetişkin (ruhsallığın olgun olması) bir kişiden beklemediğimiz bir savunma mekanizmasıdır. İlişkiyi ciddi derece iflasa uğratan güçlü bir etkisi vardır. Olgun bir ilişki bazen bir diğerinin (annenin- memenin) olmayacağını kabul eder ve buna katlanabilir. Nesnenin iyi ve kötü yönlerini bir arada görebilir. Kişileri bütünüyle kötü ya da bütünüyle iyi olarak algılamaz. Bu iyilik ve kötülük halini ruhsallık içinde tolere edebilir. Daha olgun bir savunma mekanizması olan bastırmayı devreye sokarak kişiyi daha bütünsel olarak algılayabilmesini sağlar. Ancak bölmenin devreye girdiği daha bebeksi bir konumda ise buna tahammülü olmayacaktır. Yokluğa ve ihtiyacın karşılanmamasına tahammül edemeyerek hırçınlaşabilir ve karşı tarafı bu hınçla yok etmeye başlar. Yani artık yukarıda bahsedilen içsel kötü temsiller harekete geçmiş, geçmişte mahrum bırakan annenin yerini şimdi sevgili/eş almıştır. Bu içsel kötü temsillerin harekete geçmesiyle nesne artık kötü biri haline gelmiştir ve bu saldırı için çok güçlü bir sebep olur. Israrla (tacize varacak şekilde) telefonla aramalar, mesajlar, kapısına kadar gitmeler, arkadaşlarına ulaşma çabaları vs. Cevap alınana kadar bu uğraş sürer. Ulaşıldığında da tahribat devam eder. Ardından pişmanlıklar, özür dilemelerle tekrar eden bir döngü halini alır. Bu sahne defalarca yaşanabilir. Ve böyle ilişkiler keskin bir bitişle son bulur.

İhtiyaçları karşılamayan nesnenin ötekinde yaratığı hayal kırıklığı nedeniyle kendilik tasarımı da ciddi bir yara alır. Bu yarayı kapatmanın en iyi yolu olarak diğerini kötü pozisyona getirip, yok ettiğinde kendi iyi pozisyonda kalarak değersizlik duygusunu da bu yolla onarmaya çalışır. Kötü olarak görülmeye başlanan ve bir anda yok edilmek istenen nesneye anı zamanda umutsuzca bağımlıdır. Ta ki başka bir nesne bulunana kadar.Ve sıklıkla bu örüntüde bir başka ikame nesne bulunmadan sert bir bitişte gerçekleşmez. İhtiyaçları karşılayacak yeni sevgili/eş (anne) arayışı aslında her daim o ilişkinin içinde gizliden gizliye varlığını sürdürür. Tüm yaşanan ilişkiler daha çok doyum sağlamak, ihtiyaç gidermek üzerine kurulmuş olmasından ötürü diğerinin ihtiyaçlarını da görmekte zorlanır. Sadece doyum sağlayıp rahatlamak gibi ilkel bir zeminde ilerleyen ilişki, tatmin olmadığında işe yaramaz kabul edilip bir kenara atılabilecek kadar yüzeysel ve pamuk ipliğine bağlıdır. Böyle bir örüntüde yakın ilişkilerde tatmin olmak neredeyse mümkün değil gibidir. Tatmin edecek nesne arayışları tekrarı sürdürerek devam eder. Hayal kırıklığına tahammül edebildikçe, nesnenin iyi ve kötü yanlarının olabileceği algısı ruhsallık içinde kabul edilebilecek olgunluğa eriştiğinde o ilişkideki keyfi de, yası da daha sağlıklı yaşayacaktır.

 

Uzm.Psk.Gülşah Pınaroğlu

 

Kaynakça

Akhtar, S., Kramer, S., Paranes, H. (2014). İçimizdeki Anne -Nesne Sürekliliğinin Kavramsal ve Teknik Yönleri. Psikoterapi enstitüsü eğitim yayınları.

Celani, D.P. (1993). The treatment of the borderline patient: Applying Fairbairn’s object relations theory in the clinical setting. Madison, CT: International Universities Press.

Kernberg, K. (2016). Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm. Metis Yayınları- Ötekini dinlemek 7.

Volkan, V. Psikoterapide Nesne İlişkileri. Çev. Ali Algın Köşkdere

Yineleme Zorlantısı / Kurban- Zalim Hikayesi

 

Bazı kişiler hayattaki deneyimlerinin benzer formlarda olduğundan yakınır. Az çok bilince çıkmış bazen de tamamen bilinçdışı olaylar, olgular silsilesi içinde bulur kendini. “Bunlar hep benim başıma geliyor” yakınmasının altında bu yineleme zorlantısı yatar.

Yineleme zorlantısı; kişinin rahatsız edici bulduğu ve onu ruhsal anlamda ne kadar zorlarsa zorlasın tekrar tekrar aynı hikayenin içinde yer alması olarak basitçe tanımlayabiliriz.

Yineleme zorlantısını, psikoterapide çok rastladığımız partner ilişkileri penceresinden ve günlük hayatta  sıkça duyduğumuz “ hep aynı kişiler, hep aynı olaylar” meselesini dinamik bir çerçeveden bakarak anlatmaya çalışacağım.

Tekrarlayan, ruhsallığı zorlayan bazı öykülerde özellikle de  ilişkilerde (arkadaş, eş ,iş..) sıklıkla  bir taraf kurban, bir taraf zalim olarak algılanır.Yaşanan travmatik/dramatik/romantik bir ilişkiden hemen sonra ‘kurban’ın  günün sonunda ‘zalim’e dönüşümünün hikayesinden yola çıkarak yineleme zorlantısının güçlü yapısını aktarmaya çalışacağım.

Herkes öyle ya da böyle yeni bir deneyimde, yeni bir ilişkide ya da tekrarı olan meselelere atılacağı zamanda da bir kurgusu vardır. Bu kurgu bazı kişilerde zaten en başından bir kurban –zalim fantazisiyle başlar (bilinçdışı). Bir süre sonra hakikaten o fantezi gerçeğe dönüşür. Kurgu tekrarı, tekrar kurguyu getirir.

Tekrarlayan olaylar döngüsü bazen kişinin peşini bir türlü bırakmaz ve bir kaç olayla başlayan biri tamamlanmadan diğeri devam eden travmatik öykülerin zarar verici /travmatik tarafı giderek artar. Zaman içerisinde bu döngüden çıkamayan kişi baş etmenin en hasarlı yolunu seçebilir. Aynı hikayede, aynı döngüde sarsılan ruhsallığın baş etme biçimi olarak bir dönem kurban olan, aynı hikaye içerisinde aslında zalimde olmuştur/olacaktır. Kişinin tekrarlayan bu kurgusu zalimliğini de örtbas eden bir işlev görür ve dışarıdaki tehdidi (zalimleri) uzaklaştırmak için çaba sarf etmesi gerekir. Asıl tehdit içeridedir ancak henüz bunu görmek için güçlü bir ego oluşmadığından en iyi bildiği savunma mekanizmasıyla kişi harekete geçer.

Kişi bir süre maruz kaldığı olumsuz/travmatik deneyimlerden sonra ruhsallık hasarlanmaya başlar ve süreç içerisinde yineleme devam ettikçe yara giderek derinleşir. Paranoid tutumlar, sosyal ortamdan uzaklaşma, içe çekilme, depresif semptomlar, bazı alan ve kişileri tehdit olarak algılama eğilimi kendini gösterebilir. Özellikle bu dönemde “uzaklara gitmek istiyorum, artık kimseye güvenim kalmadı”gibi söylemlerle içindeki kırılan parçaları dile bu şekilde döker. Bazen de intikam duyguları kabarır “onlara /ona gününü göstereceğim” gibi ifadelerle intikam senaryolar yazılır. Kişi artık kalkanlarını da, silahlarını da almış savaşa hazır hale gelir. Korunmak zorunda olduğunu hisseden, başka çare bulamayan bir dönemin kurbanı artık zalim gibi olma yolunda emin adımlarla ilerler. Aslında ilk değildir sadece daha görünür olmuş , hiddetlenmiştir. Hüzün, acı yerini öfkeye bırakır. Ağır ve şiddetle seyreden tablolarda fantaziler eyleme dönüşebilir. Zalim olarak algıladığı kişiyi alt edenileceği, zarar verici yollar seçerek rahatlamaya çalışabilir. Bu süreç elbette kısa sürede birden bire değil zaman içerisinde ve tekrarlayan durumlarda ilkel savunmaların eşliğiyle son çare olarak karşımıza çıkar.

Bazen kişi, intikamını içinde, fantazisinde tutabilir. Eyleme dönüşmez. Kırılganlıklarını onarmanın başka ve daha zararsız gibi görünen bir yöntem olarak mağduriyetinin verdiği yoğun duygulanıma katlanmakta güçlük çekerken bilinçdışı yeni benzer nesnelerin arayışına girer. “Bu sefer olacak, halledeceğim” motivasyonuyla benzer nesne üzerinden bir önceki nesneyle yaşanan olumsuz ve incitici durumları onarmayı ve alt etmeyi böylelikle hissettiği olumsuz duyguları hafifletme gayretine gider. Ancak ne yazık ki sonuç yine aynıdır. Kişi sıklıkla korku ve nefretini yansıtacağı uygun nesnelere yönelir. Yani; kurgusunu tekrar canlandırabileceği bir başka oyuncuya… Bu nesne arayışı döneminde kişi uygun nesneyi bulduğunda oradaki tekinsizliği ve arzusu dışındakileri (kişi aslında henüz kendi gerçek arzusunu da görebilmiş değildir) göremez. Bir an önce bulup yoğun rahatlama motivasyonu neredeyse gözleri kör, kulakları işitmez hale getirir. İnkarın devreye girmesiyle aslında oldukça açık olan bir geribildirimi ve tekinsizliği göremez. Kendi inanmak istediği uğurda tüm olumsuz verileri gözardı ederek, tekinsiz sulara yolculuğu başlatır. Yeni oyuncuda gördüğü ufak tefek olumlu detaylar kişiye büyüleyici ve vazgeçilmez gelir, olumsuz olanı da direk dışarı atıp yok eder. Hakikat neredeyse kaybolur, fantazilerin yoğunluğu artar. Süreç içerisinde gelişen olaylar ve olumsuzluklar karşında kişi dehşete düşer ve şaşkınlık içerisinde müthiş bir hayal kırıklığı yaşar. Bu süprizle kişinin tekrar ruhsallığı hasarlanmıştır. Yine tekrarı yaşanan olayın yarattığı, düş kırıklıklarını kucaklamak ve olup biteni anlamanın yerine yine bildiği sularda yüzmeye devam eder. Su ne kadar karanlık ve dalgalı olsa da bir anlık serinlemek uğruna gözünü tekrar karartır.

Bu ilişkide açıkça görülen aslında her iki tarafı da temsil eden karakterin (kurban-zalim) tek bir tarafta olduğuna dair güçlü inanışı vardır. Ve çoğunlukla kurban pozisyonunda yer alır. Yineleme zorlantısı, gücünü, çocukluktaki travmatik deneyimler, ebeveynlerle kurulan negatif ilişkiler temelinden alır. Çocukluk travmalarının, örseleyen yaşam olaylarının, kişinin hayatında oldukça olumsuz etkileri ve ruhsallığı hasarlandıran bir zeminde yer aldığı bir çok araştırma tarafından ortaya konulmuştur. Kişi olayın tekrarını yaşatarak geçmişteki hasarı aza indirme, öç alma vb. bilinçdışı motivasyonla kendi kendini korumaya çalışsa da asıl zarar kendisinin yaratığı olarak karşımıza çıkar.

Psikoterapi özellikle bu ilişkinin döngüsünü kırma, kişinin içgörü kazanmasını sağlama, kendi payına düşeni anlama yolunda oldukça etkindir. Terapistle kurduğu yeni, sağlıklı bir ilişkide aslında başka yolların olduğunu fark eder. Ve daha üst düzey savunma mekanizmalarıyla hayatını düzenlemeye ve yeni yollar aramaya koyulur. Terapist aracılığıyla iyi temsiller içe alınmaya kötülerde içeride anlam bularak bütünleşmeye başlar. Terapistte  kişi için süreçte zaman zaman idealize edilip, zaman zaman kötü nesne haline gelebilir. Tüm bunlar olurken terapistin bunları kapsamasıyla, kişinin içindeki dağılan parçalarda toparlanmaya ve anlamaya çalışıldığı bir ilişki haline gelir. Kişi psikoterapi süresince tüm bu malzemeleri içselleştirerek yeni ve daha bütünlüklü, sağlıklı ilişkilere zemin hazırlamış olur.

Uzm.Psk.Gülşah Pınaroğlu